KIZILELMA

Cenâb-ı Hakk’ın Türk’e Gösterdiği Yer ve Hedef

Yazar: Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

Yayınevi: IMPERIAL Yayın

ISBN: 978-605-73090-3-7

Sayfa Sayfası: 686

Yayın Tarihi: Aralık 2022

Fiyat: ÜCRETSİZ

Kitap Hakkında


Tarihte sayısız devletler kuran atalarımızın başarıları sadece kahramanlık ve teşkilatçılık özellikleriyle açıklanamaz. Atalarımız; kahramanlık, teşkilatçılık gibi özelliklerin yanında çok güçlü bir kanun-töre anlayışına ve bütün insanlığa hizmeti ve dünya barışını esas alan bir “Hayat Felsefesine-Dünya Görüşüne” sahiptiler. “İyilik-faydalılık, Adalet-Könilik, Eşitlik- Tüzlük, İnsanilik-Kişilik“ gibi dört değişmez temel esası olan Türk Töresi’ne göre; “Bütün İnsanlık Türklere Yüce Allah’ın bir emanetiydi. Yüce Allah, Türk Töresine göre hareket eden, halka ve insanlığa hizmeti ilke edinen kişilere kut (bağış, cihanı idare etme yetkisi) verir ve onu hakanlık görevine getirirdi. Yüce Allah,töreye uymayan ve görevlerini yerine getirmeyen veya getiremeyen idarecilerden, kutunu geri alır ve onları hakanlık makamından düşürürdü. Türklere göre devlet “Baba“ idi. Devlet, halk içindi. Esas görevi, halka ve insanlığa hizmetti. İşte bu anlayış sayesinde Türkler tarih boyunca büyük devletler ve medeniyetler kurarak insanlığa ve ortak bir insâni medeniyetin oluşmasına diğer milletlere nazaran çok daha büyük katkılarda bulunmuşlardır. Prof. Dr. Fritz Neumark’ın deyişiyle: “Tarihten Türkler çıkarılırsa, ortada tarih diye bir şey kalmaz.”

Mitolojik çağlardan beri Türklerde bir dünya devleti, hatta kâinat devleti kurma fikrinin var olduğunu bilinmektedir. Tarihimiz, destanlarımız, kitabelerimiz bu duygu ve düşünce ile dolup taşmaktadır. Eski Türklere göre; gökte nasıl tıkır tıkır işleyen bir düzen varsa, yeryüzünde de aynı şekilde hakka ve adalete dayanan bir düzen olmalıydı. İşte bu düzeni sağlamak üzere Türk hakanları Yüce Tanrı’nın kut vermesi ile tahta oturmakta ve dünya nizamını kurmak ve dünya barışını sağlamakla görevlendirilmekteydiler.

Türk tarihinin bilinen büyük hakanlarından Börü Tonga (Tokta/Mo-tun) Yabgu’nun unvanı, Türkleri anlatan en eski belgelerin başında gelen Çin yıllıklarında “Tengri Kut” diye geçmektedir. O, bizzat Çin imparatorluğuna yazdığı bir mektubun girişinde kendisine; “Tanrı tarafından tahtta oturtulmuş Hun kağanı” diyordu. Daha sonraki çağlarda Türk hakanları için söylenen “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” (Zillullah-i fi’l-arz) unvanında bile Tengri Kut’un izi vardır. Dede Korkut Hikâyeleri’nde padişahlar için “Tanrı’nın gölgesidir” denmesi boşuna değildir. Herhalde Attila’ya  “Tanrı’nın kılıcı” diye hitap edilmesinin altında yatan sebep de, onun kendisini Tanrı’nın bir memuru gibi görmesinden kaynaklanıyordu (Gökalp, 1976, s.182, Gömeç, Fidan, 2020, s.330,Gömeç, 2015, s.416).

İşte buna bağlı olarak Türk devletinin esas amacı, “Tört bulung”, yani dünyanın dört köşesi üzerinde Türklerin kutsal hâkimiyetini sağlamak ve “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” her tarafa Türk adaletini yaymaktır. Bu durum Ergenekon Destanı’nda “Dünyada Türk okunun ötmediği, kolunun yetmediği yer kalmadı”  şeklinde ifade edilmektedir. Bunu eski Türk inanç sistemiyle birleştirenler de vardır. Dolayısıyla tarihin derinliklerinden beridir Allah’a bağlı bulunan Türkler, O’nun seçkin bir milleti olduklarına ve Allah tarafından korunduklarına inanıyorlar, Türk hakanları Allah’ın cihan hâkimiyetini kurmakla kendilerini görevlendirdiklerini düşünüyorlardı.

Türk Cihan Hâkimiyeti düşüncesinin hedefi, “Dünyaya Türk töresi ile nizam vermek, barış getirmek, diğer milletleri düşmanlıktan vazgeçirmekti.” Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nün hedefi ise, “Allah’ın diniyle âleme nizam vermek ve yeryüzünde adaleti, barışı tesis etmekti.” Türk’ün Cihan Hâkimiyeti’ne, Nizâm-ı Âlem’e ve İ’lây-ı kelimetullah’a giden yoldaki ara hedeflerine ise “Kızılelma” denmiştir. Türk milleti, zamana ve şartlara göre değişen Kızılelmalar peşinde koştukça büyümüş, büyük devletler ve medeniyetler kurmuş, dünyanın İslamlaşmasında ve dünyada adaletin ve barışın tesis edilmesinde büyük görevler üstlenmiştir.

Kızılelma, Türk mitolojisinde Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşleri simgeleyen bir ifadedir.

Türk milliyetçiliğinin önemli sembollerinden birisi olan Kızılelma imgesi, Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler. Ulaşılması gereken bir yeri, fethedilmesi gereken bir beldeyi ifade ettiği gibi kimi zaman bir devlet kurma idealini, kimi zaman cihan hâkimiyeti idealini, kimi zaman da Türk birliği idealini ifade etmiştir.

Kızılelma imgesinin tam olarak ne zaman, nerede ve nasıl ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte yaygın anlayış, Osmanlı ile birlikte tarihe ve edebiyata mal olduğu, Osmanlılar döneminde özellikle Batı memleketlerine doğru yürütülen cihadın bir sembolü olduğu yönündedir. Kızılelma ülküsü, idarecilerden önce halk arasında ortaya çıkmış,  özellikle yeniçeriler arasında yaygınlaşmış ve onların savaşma azmini yüksek tutan bir ideal olarak yaşamıştır.

"Kızıl", Türk kültüründe genellikle kıymetli sayılan bir renk; "elma" ise mistik bir yanı bulunan; bolluk, bereket, şifa kaynağı olarak görülen bir meyvedir. Ancak Kızılelma sembolleştirilmesinin elmaya değil, Eski Türklerde Güneş ve Ay’ı anlatan kızıl topa dayandığı düşünülür. Bu top, ‘muncuk’ adıyla bayrak ve tuğların tepesini süslemiş ve bazen zaferin işareti, bazen hâkimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yeri ifade etmiştir.

Kızılelma imgesinin ilk kez Orta Asya Türkleri arasında doğduğu; Ergenekon Destanında Ergenekon’dan dışarıya çıkma ve kaybedilmiş eski yurdu geri alma idealini simgelediği kabul edilir.. Türkistan'dan Hazar Denizi'nin doğusuna gelen Oğuzların ise Hazar kağanının ipek çadırının üzerinde hâkimiyetinin ifadesi olarak bulunan altıntopu yani Kızılelma'yı ele geçirmeyi ülkü edindikleri düşünülür.

Evliya Çelebi, Hz. Muhammed'in doğumunda Ateşgedelerin binlerce yıldır hiç sönmeyen ateşinin sönmesi ve Kisra’nın sarayının yıkılması gibi harikulâde hadiseleri anlatırken Ayasofya kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelması’nın düştüğünü anlatmaktadır. İstanbul'un fethinden sonra Türk milleti için Kızılelma Roma'ya, St. Pierre'nin kubbesine taşınır. Burası Katolik dünyasının kalbidir. Türklerin hedefi artık Roma'dır. Zira Fatih döneminde yapılan Otranto (İtalya) seferinin sebebi de budur. Roma Kızılelması’nın düşürülmesidir. Atilla'dan sonra Roma'yı düşürmek Osmanlı Türklerinin büyük hedefleri arasındadır. Bir efsane Kızılelma’nın Roma'ya taşındığını anlatır ve Türk'ü Roma'ya koşturur. Efsaneye göre, Kızılelma, Dağıstan'dan I. Anuşirvan tarafından İran hazinesine konulmuş, oradan da Roma'ya kaçırılmıştır. Bu anlatım tarihî kaynaklarda yer almaktadır. Bundan başka çeşitli mektup örnekleri, elden ele dolaşarak Türkleri Kızılelma’ya (Roma) davet eder.

Eski Türkler gibi, Osmanlı Hakanlarının da fetih gayelerinin ülkeler ve topraklar fethetmek olmayıp, cihâna nizam vermek, dünya barışını tesis etmek gibi yüce fikir ve düşüncelerden kaynaklandığına dikkat çeken İsmail Hâmi Danişmend Bey, bu duruma şöyle dikkat çeker:

“Eski Türk halkının Kızılelma dediği ve azamet devrinde o halkın maneviyatını idare eden ulemanın da sulh zamanlarında bile “Dar-ül Harb” ve “Dar-ül Cihad” isimleriyle andığı uzak-yakın şark ve garp ülkelerinin millî ideal sınırlarına girmesi gelişi güzel bir istila siyasetiyle değil, milletleri mahalli idarelerin üstünde umumi ve müşterek bir nizam altına almak fikriyle izah edilebilir” (Danişmend, 1966, s.127).

Danişmend’in “Müşretek bir nizam” dediği nizam; tarihimizde “Türk Cihan Hâkimiyeti”, “Nizâm-ı âlem” şeklinde tezahür etmiş olup, hedefi; kan ve gözyaşının akmadığı, adaletin hâkim kılındığı bir dünya kurmak ve dünya barışını tesis etmek düşüncesinden ibarettir.      

Bizim “Cenâb-ı Hakk’ın Türk’e gösterdiği yer ve hedef” olarak nitelendirdiğimiz Kızılelma kavramı,Türk milleti tarafından ortak bir bilinçle oluşturulmuş; her dönemde Kızılelma’ya farklı anlamlar yüklenmiş ve her dönemin de kendine göre bir Kızılelma’sı olmuştur. Oğuz kağan Destanı’ndan ve Orhun Âbideleri’nden anladığımıza göre, İslâmiyet öncesinde Türk’ün Kızılelma’sı “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün dünyayı fethetmek ve dünyaya Türk töresi ile nizam vermek ve barış getirmek” iken, İslâmi dönemlerle birlikte “Dünyaya Allah’ın dini ile nizam vermek “Nizâm-ı âlem” ve Allah’ın adını yüceltmek “İ’lây-ı kelimetullah için çalışmak”  ve barış dini olan İslâm ile “Dünyayı barış yurdu haline getirmek” olmuştur.

Yükseliş dönemlerinde, bütün insanlığa nizam vermek (Nizâm-ı âlem ve Cihan hâkimiyeti ülküsü), Allah’ın adını yüceltmek (İ’lâ’yı kelimetullah) gibi büyük idealar ifade eden Kızılelma ülküsü, gerileme dönemlerinde sönmeye ve unutulmaya başlamıştır.

Yirminci yüzyılın başından itibaren Türkçü aydınlar, bu kavramı yeniden canlandırmaya ve Türk yükselişinin heyecan kaynağı olarak kullanmaya başladırlar. İmparatorluğun her gün bir parçasının koparılması, her gün yeni bir felaketin yaşanması, halktan önce aydınların moralini çökertmiş, kendilerine olan güvenlerini sarsmıştı. Yeni bir hamle başlatabilmenin ilk şartı, kendine ve milletinin gücüne olan güvenlerini yeniden kazanmak ve heyecan veren bir geleceğin kurulması için çalışmaktı. İmparatorluk geleneği içinde yetişmiş, cihangir bir millete mensup Osmanlı aydınlarının, yıkılış halinde de olsalar, küçük düşünmeleri, küçük şeylerden heyecan duymaları mümkün değildi. Kızılelma olarak Turan’ı seçtiler. Ziya Gökalp, bu imgeyi Turan Ülküsü ile birleştirerek ona yeni bir anlam kazandırmıştır.

 Türkçülüğün önderlerinden Ziya Gökalp’in şiir ve yazılarında Kızılelma, Büyük Türk Birliği’ni ve nihâi hedef olarak da cihan hâkimiyetini simgeleyen bir ülküdür. Şöyle yazar: “Türk köylüsü Kızılelma’yı tahayyül ederken, gözünün önüne Türk ilhanlıkları (imparatorlukları) gelir. Gerçekten Turan mefkûresi mâzide bir hayal değil, gerçekti.”

 Ülkülerin milletlere hız ve ilham veren dinamikler olduğuna inanan Gökalp ve arkadaşları, Türk birliğini böyle bir Kızılelma olarak kabul etmişlerdir.

         Kızılelma yok mu?žŞüphesiz vardır;

         Fakat onun semti başka diyardır…

         Zemini mefkûre, seması hayal,

         Bir gün gerçek; fakat şimdilik masal…

         Gökalp bir diğer şiirinde ise, her türlüž zorluğa göğüs gererek Kızılelma’ya giden Türk’ü anlatır:ž

         Demez taş, kaya

         Yürürüz yaya!

         Türküz, gideriz

         Kızılelma’ya!